KIZIL’DAN SARI’YA
MOSKOVA – ST. PETERSBURG
Seyahat grubu arkadaşlarımızla bu defaki hedefimiz belliydi: Beyaz Geceler… Aslında komik bir şey itiraf edeyim; Beyaz Geceler in adını, küçüklüğümde seyrettiğim “Kiev’deki Adam”, “007 Rusya’dan Sevgilerle” filmlerindeki karlarla kaplı Rusya manzaralarından aldığını zannederdim. Sonradan, aslında burada havanın uzun saatler aydınlık olduğunu, gece gökyüzünün sadece birkaç saatliğine karardığını ve bu yüzden bu ismi aldığını öğrendim. Bir kez daha çok gezenin çok okuyandan fazla bildiği ispatlandı bu şekilde.
Bu Rusya seyahatini Şubat ayında yapılan Emmit Fuarı’nda planlamaya başladım. Tur operatörü bulmak, otel ve uçak rezervasyonları yapmak için fuar ideal bir ortamdı. Bu işler zaman alıyordu. Beyaz Geceleri dünyanın dört bir yanından gelen turistler aynı tarihlerde yaşamak istediklerinden otellerde kolay kolay boş yer bulunamıyordu. Ama nihayet Haziran ayının 10’unda, bir Pazar sabahı havaalanına vardık.
İki buçuk saatlik uçuşumuzun sonunda vardığımız Moskova Havaalanı’ndan yarım saatlik bir yolculuk sonrası, kalacağımız Cosmos Otele’e vardık. Bin yedi yüz oda kapasiteli bu devasa otel fabrika gibi çalışıyordu. Hemen odalarımıza yerleşip Metro ile Moskova’nın sembolü Kızıl Meydan’a yönlendik; tabelaların hiçbirinde Latin Harfleri yoktu, tüm yazılar Rus alfabesiyle yazılmıştı, ancak yine de yolumuzu bulduk. Her yer kiremit renginde kıpkızıldı. Hediyelik eşya satan tezgahlar Rusya’nın sembolü Matruşkalar ile doluydu.
Meydanın sağında Kremlin Sarayı’nın duvarları, az ötesinde Lenin’in mozolesi ve tam karşımızda soğan başlı çok renkli kuleleri ile Aziz Vasili Katedrali bize, “Moskova’ya hoş geldiniz” der gibiydi. Aziz Vasili Katedrali, 1555-1561 yılları arasında Korkunç İvan tarafından, Tatarlara karşı kazandığı zaferin anısına yaptırılmış. Korkunç İvan, bu güzel esere benzer başka bir kilise yapmasın diye mimarın gözlerin oydurmuş.
Pek çok dünya markası satan mağazayı içinde barındıran Gum Çarşısı’na uğradıktan sonra, trafiğe kapalı Arbat Caddesi’ne yöneldik. Bu sokak, çalgıcılar, hediyelik eşya satıcıları, kafeler ve lokantalarla doluydu… Gece yarısına doğru odamıza çıktığımızda hava hala kararmamıştı. Parliament mavisi bir gökyüzünün aydınlattığı odamızda uyuyakaldık.
Ertesi sabah Gorki Park’a gittik. Adını ünlü yazar Maksim Gorki’den alan 121 hektarlık bu park, lunaparkı, deniz bisikleti yapılabilen göleti, içinden bir ırmak akan ağaçlıklı yolu ile çok şirin bir eğlence, dinlence ve kültür alanı… Buradan Bolshoi Spasoglinishlmevski Pereulog, 10 numaradaki Choral Sinagog’a gittik. Bu heybetli yapı, birkaç midraş’ının yanında hatıra eşya mağazası, kahvaltı salonu ve Kosher restoranı da bulunan harika bir Ortodoks Sinagogu… Moskova’da 300.000 Yahudi nüfusuna karşılık, 6 sinagog bulunuyormuş.
Ertesi gün Kremlin Sarayı turu yaptık. Maalesef, o gün Rusya’nın Bağımsızlık Günü olduğundan Kremlin’de yerli ve yabancı diplomatların davetli olduğu bir kutlama vardı. Saray turu suya düşünce öğleden sonra için planladığımız, tekneyle Moskova Nehri turunu yapmaya karar verdik ve harika bir havada. Bir buçuk saatlik bir nehir turu yaparak, Moskova’yı bu kez şehrin dışından seyrettik.
Moskova’ya gelmeden önce, insanlar klasik şehir turu dışında Metro duraklarını gezmemiz gerektiğini söylemişlerdi. Gerçekten de müzeyi andıran duvar resimleri ve heybetli eserleri ile görülmeye değer duraklar. Her biri ayrı bir sanat şaheseri: Novoslobdskaya (5. Hat), Komosomoloskaya (1. Hat), Kievskaya (5. Hat), Belorusskaya (2. Hat)…
Klasik bir başkent Moskova. Askeri, polisi bol bir şehir, kozmopolit bir yer. Özellikle yaşlıların komünist rejiminden sıyrılabildiklerini söyleyemem… İnsanlar sokaklarda Akdeniz ülkelerinde alıştığımız gibi yüksek sesle konuşmadıkları gibi pek yüzleri de gülmüyor, surat ifadeleri sert. Ancak yeni gençlik kapitalist rejimin akımına kendini kaptırmışa benziyor. Kısacası, yazımın başlığında da belirttiğim gibi Moskova, kızıldan sarıya geçmiş gibi.
Derler ki, Rusya’da yapılan hiçbir gezi St. Petersburg’u görmeden tamamlanmış sayılmazmış. Moskova’dan yaklaşık 1 saat 15 dakikalık uçuşla St. Petersburg’a vardık. Otelimiz şehrin en işlek caddesi olan Nevsky Prospekt’teydi. Bu 5 km uzunluğundaki caddenin üzerinde Gostini Dvor diye bilinen çok büyük, tarihi, iki katlı bir alışveriş merkezi, Kazan Katedrali, İsa’nın Yeniden Diriliş Kilisesi ve dünyaca meşhur Hermitaj Müzesi ile çeşitli mağazalar pasajlar kafeler, lokantalar sıralanmıştı.
Ertesi sabah, programda olmamasına rağmen Rus Tarihi Müzesi’nin önünde bulduk kendimizi. Çok isabetli bir karar verdiğimizi çıkışta anladık. Mihaylovski Sarayı olarak da bilinen müzede büyüleyici Rus sanatı kolaksiyonundan, 12. Yüzyıl ikonlarına, 20. Yüzyıl yağlı boya eserlerine kadar birçok sanat eseri bulunuyordu. Hemen yanında bulunan Etnografya Müzesi’nen önünden geçerek, İsa’nın Yeniden Diriliş Kilisesi’ne yöneldik. Moskova’daki Aziz Vasili Katedrali’ne benzeyen yapısı ile klasik soğan başlı ve çok renkli kuleleri ile uzaktan bile hemen göze çarpıyor.
Çıkışta güneşli havayı görünce tekne turu yapmanın uygun olacağını düşünüp Neva Nehri turu yapmak üzere küçük teknelere yöneldik. Kuzeyin Venedik’i diye anılan kenti, kıyıdan izlemek başka oluyor. Kanalları, katedralleri, kışlık ve yazlık sarayı, donanma binası ve açılan köprüsü ile şehri başka bir açıdan izleme olanağı bulduk. Yolunu güçlükle bulduğumuz Kosher Restoran’da yediğimiz çok lezzetli yemek sonrası Sinagogu ve bahçesindeki marketi gezdik. Dönüşte Kazan Katedrali’nin önünde buluştuk. Roma’daki San Pietro Bazilika’sından esinlenerek yapılan Kazan Katedrali, oluklu süslemeleri ile 96 sütundan oluşan ve her iki yanında askeri heykeller bulunan bir yapı. Bahçesi de bir başka güzel…
Sonraki gün, dünyanın en büyük ve en güzel müzesi olarak bilinen Kışlık Saray’ı, diğer adı ile Hermitaj’ı ziyarete gittik. Her ne kadar artık müze olarak kullanılsa da, bir sarayı gezdiğimizin farkındaydık. Sütunları, aynaları, lambaları, duvar ve tavan süslemeleri ile resimleri muhteşemdi. Leonardo da Vinci, Michelangelo, Goya, El Greco, Monet, Gauguin Renoir, Picasso gibi dünyaca tanınmış sanatçıların eserlerini hayranlıkla izledik. Son olarak da bizi daha çok ilgilendirdiğinden Bizans Dönemi bölümünü gezdik. Aslında müzeyi bir günde hatta birkaç haftada bitirmek mümkün değil, bu yüzden bir süre sonra sadece ilgimizi çeken bölümleri daha hızlı geçerek izledik.
Günün geri kalanında Aziz İsak Katedrali’ne gittik. Dünyanın en büyük katedrallerinden biri olan binanın yapımı 1818-1858 yılları arasında, 40 yıl sürmüş. Kubbenin yapımında 100 kg altın kullanılmış. Tabandan tavana yüksekliği 101 metre; duvarları ve tavanı altın süslemeler ve mozaiklerle bezenmiş. Paskalya’da ayinler yapılsa da halen müze olarak kullanılıyor. Kubbenin altındaki galeriden şehir panoramik olarak izlenebiliyor.
Son günü “serbest gün” ilan ettik. İsteyen alışverişe gidecek, isteyen ziyaret edilemeyen müzelere gidecek, isteyen etrafı gezecekti. Bütün gün sokakları arşınladıktan sonra, arkadaşlarla randevulaştığımız saatte bir araya gelmek üzere yavaş yavaş dönüşe geçtik. Rusya’ya kadar gelip, havyar yemeden dönülür mü? Arkadaşlarla buluştuğumuzda krep yapan bir yere girdik. Bugüne kadar hiç yemediğimiz havyarlı krep ile somonlu krep yaptırdık. Çok lezzetli ve tabii ki değişik geldi bize.
Farklı bir coğrafya ve değişik bir kültürle tanışmanın keyfi ile bir turu daha bitirmiş olduk…
Bir Tutkudur Seyahat…
Müthiş gezmiş kadar oldum
Fotoğraflarla desteklenmiş son derece açıklayıcı bir yazı. Her zaman olduğu gibi ben de gezmiş gibi oldum. Tarihi yerlerin tasviri harika tebrik ederim. Yazıların devamını beklerim. Selamlar.
Yazı su gibi aktı. Eline sağlık
Eline Kalemine sağlık bir gezi bu kadar akıcı anlatılabilir. Bu gezinin bende ayrı bir yeri var.
Uçağa Binmek Üzere iken bir sürprizle karşılaştık. Benim vizem,yanlışlıkla süresi bitmiş pasaportuma basılmıştı. O gün uçamadık ama azimle, uğraştık ve ertesi gün yine gitmeyi başardık. İyi ki de bu mücadeleyi vermişiz çok keyifli bir gezi oldu. Bütün uğraşlarımıza ve emeğimize değmiş….
Güzel yazmışsın yine. Moskova yı görmemiştim iyi oldu eline sağlık Cako cum
Comments are closed.