Ana Sayfa Amerika Los Angeles & San Diego

Los Angeles & San Diego

748
2
Paylaş

Los Angeles & San Diego

Los Angeles maceramız San Fransisco’dan özel otobüsümüzün hareketiyle başladı. Sahili geze geze Los Angeles’e gidecektik. Sabah kahvaltıdan sonra rehberimiz eşliğinde yola çıktık. İlk molamız Kaliforniyalı zenginlerin yazlıklarının bulunduğu, okyanus kenarındaki Carmel’deydi.

Hem şık hem de şirin bir yer bulduk karşımızda… Villalar ve palmiye ağaçları arasında uzanan bir yol üzerinden okyanusa iniliyor. Okyanusun hırçın dalgaları kumsala vuruyor. O dalgalar üzerinde sörf yapanları izlemek çok keyifliydi. Yanımızda mayolarımız yoktu, ancak hiç olmazsa ayaklarımızı okyanusa sokalım diyerek ayakkabıları fora ettik, paçaları sıvayıp suya girdik. Su çok soğuktu ancak dalgalar gerçekten çok eğlenceliydi. Tabii ki eğlencenin en büyük bölümü kıyafetlerle ıslanan arkadaşlarımızın durumu oldu. Tatillerde yapılan bu çılgınlıklar, sıra dışı olaylar hoş oluyor.

Yaklaşık bir saat burada vakit geçirdikten sonra tekrar otobüse binip yola devam ettik. Kâh sahilden gidiyor kâh çevre yolunu takip ediyorduk. Şehirlerarası yol olmasına rağmen etraf çok sıkıcı değildi. Üç saat yol aldıktan sonra, çok zengin bir İtalyan’ın hayallerini gerçeğe dönüştürmek için kurduğu Madona tesisine vardık.

Madona restoranı, moteli, kafeteryası olan, dekoru, görüntüsüyle adeta bir büyük oyuncağı andırıyor. İnanın tuvaleti bile o kadar ilginçti ki videoya çektik. 15 dakika olarak belirlenen molamız, yeri çok beğendiğimiz için öğlen yemeğiyle birlikte bir saati aştı. Bu hoş ve keyifli mekândan ayrılıp tekrar otobüse doluştuk. Yol üzerinde bir durağımız daha vardı ancak Santa Barbara’ya saat 17.30 gibi vardığımızda karanlık olmuştu. Buranın keyfini çıkartamadan, sadece ihtiyaç molası vererek yola devam ettik.

Saat 19.00 gibi Los Angeles’taki otelimiz Hollywood Roosevelt Hotel’e vardık. Sekiz saat sürmesi planlanan yolculuğumuz molaların uzaması nedeniyle on saat sürmüştü.

Check-in işlemlerinin ardından odalara yerleştik. Bu otel Amerikalılar için çok önemli. Charlie Chaplin, Marilyn Monroe gibi birçok ünlü burada kalmış. Adeta bizim Pera Palas gibi. Ancak Las Vegas ve San Fransisco’da kaldığımız otellerden sonra burası çok kasvetli gelmişti. Halbuki Amerikalılar turistleri gezmek için dahi olsa bu otele getiriyor.

Akşam yemeği için lobide buluşup otelin yanında bulunan Hollywood Bulvarındaki Hamlet Restorana girdik. Güle eğlene bir yemek yedikten sonra biraz bulvarda turlandık. Oradan, Sunset Bulvarına yöneldik ama inanılmaz büyük bir bulvarla karşılaştık. Taksim-Şişli arası bir mesafede olan bulvarı yürüyerek bitiremeyeceğimize karar verip otele döndük. Bütün gün süren otobüs yolculuğu zaten yormuştu hepimizi.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra, rehberimizle şehir turuna başladık.

 

İlk durağımız Rodeo Drive oldu. Beverly Hills’in giriş caddesi olan Rodeo Drive çok dikkat çekici. Marka mağazalar caddenin görüntüsünü bir anda değiştiriyor. Pretty Woman filminin çekildiği oteli gördük; Julia Roberts’in alışveriş yaptığı mağaza ve sokaklarda fotoğraf çektik. Öğrendiğimize göre bu mağazalara rezervasyonsuz girilemediği gibi en az 20 bin dolardan aşağı alışveriş yapılamıyormuş. Varın gerisini siz tahmin edin.

Ardından Oscar Ödül Töreninin yapıldığı salonun önüne geldik. Televizyonda daha şaşalı bir yer gibi gözüküyor; gerçeğini gördüğümüzde gözümüzde büyüttüğümüz kadar değildi.

Daha sonra Hollywood yazısının olduğu tepeyi uzaktan, en iyi görülebilen noktaya geldik. Tekrar fotoğraf makineleri harekete geçti. Burada bir kafede kısa bir molada bir kahve içtikten sonra otele döndük.

Öğleden sonra herkes bir tarafa dağılırken, biz Diana’yla biraz Hollywood Bulvarında dolaşıp Sunset Bulvarına yakın bir AVM’ye gittik. Bize fazla enteresan gelmedi. Bizdeki büyük süpermarketler kadar bir alışveriş merkezi: Ayakkabıdan ipliğe kadar her şey var ancak çok karışık, üst üste… Fazla sarmadı bizi, biraz da kafamızı aldı. Hollywood Bulvarına dönüp ünlü Çin Tiyatrosunu gezdik. Oyuncuların el ve ayak izlerinin bulunduğu avluyu gördük. Birkaç hediyelik eşya mağazası ile market gezdik. Hava kararmaya başladığında yorgunluğumuz da ortaya çıkmıştı. Dinlenmek için otele döndük.

7’ye doğru lobiye inip barda piyanoyla film müzikleri çalan müzisyeni dinledik. Akşam yemeği için yola çıktığımızda yürüye yürüye bir yerler bulacağımızı düşünüyorduk. Ancak yanıldık. Caddeler o kadar büyük ki, yürüyerek bitmeyeceğini anladık. Bazı arkadaşlar dönmeyi tercih ederken biz Şabat yemeğini şık bir yerde yemek için azmettik. Yola devam edip çok hoşumuza giden Frankie’s restoranına girdik. Ufak, şık, cici bir İtalyan restoranıydı; keyifli ve zevkli bir akşam yemeği yedik. Otele dönüş zamanı geldiğinde her zamanki gibi taksi krizi yaşadık. Etrafta tek bir araba yoktu. Restorandan yardım istedik, telefonla çağırttılar. Yaklaşık 20 dakika bekledikten sonra ancak binebildik. Şoför nereli olduğumuzu sorduğunda ‘Türkiye’ yanıtına “Oooo Galatasaray!” diye karşılık verdi. Helal sana Cimbom! Amerikalara bile taşımışsın namımızı.

 

SAN DIEGO

 

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra, İspanyolca konuşan Meksikalı rehberimiz eşliğinde, San Diego’ya doğru yola çıktık. Hava açık, güneşli ve ılıktı. Yaklaşık 1,5-2 saatlik bir yolculuktan sonra San Diego’ya vardık. Şehri gezmeye başladık. Tipik kovboy kasabası gibi deniz kenarında Meksika’ya çok yakın bir yer. Çiçeklerle, ağaçlarla dolu şehri çok beğendik.

 

Sonrasında San Diego’nun diğer bir bölümüne götürdü rehberimiz bizi. Burası da villalar, havuzlar, malikanelerle dolu bir bölgeydi. Harika bir manzarası vardı. Birkaç gelin ve damat buranın eşsiz manzarasında fotoğraf çektiriyorlardı.

Öğlen yemeği için Subway sandviçte karar kıldık. Yiyip çıkana kadar etrafı tarif edilmez bir sis kapladı. Göz gözü görmüyordu. Birkaç dakikada havanın nasıl böyle olabildiğine çok şaşırdık. Neredeyse 5 metre ilerisini göremiyorduk.

Tekrar aracımıza binip devam ettik. Yavaş yavaş sis dağılıyordu. Bu ne doğa harikasıydı böyle! Yolumuzun üstünde Birleşmiş Milletler denen bahçeye vardığımızda bir kahve molası verdik. Turistik, hoş güzel bir bahçeydi. Hava da yardımcı olunca gezmek daha zevkli hale gelmişti.

UNIVERSAL DÜNYASI

 

                  

Otele vardığımızda hava kararmıştı. Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için Universal Stüdyolarının bulunduğu bölgeye gittik. Metrodan inince ring seferi yapan açık otobüsle tepeye tırmanıp stüdyonun shopping center diye adlandırılan kısmına geldik. Burası panayır yeri gibiydi; anormal bir kalabalık içinde adım adım yürüyebiliyorduk. Hediyelik eşya mağazaları, butikler ve envai çeşit restoranlar… Bu kadar çok olunca karar vermek de zor oluyor. Girmek istediğimiz bir restoranda inanılmaz bir kuyrukla karşılaştık, başka bir restoranda ise yer bulamadık. Sonunda fast food tarzı bir şeyler yiyebildik. Işık, müzik, renk cümbüşü içindeydik. Kendimizi bir girdaba kaptırdık, yürüyorduk.

Gece yarısında doğru yorgun bir şekilde otele dönmeye karar verdiğimizde bir sürprizle karşılaştık. Metronun son seferini kaçırmıştık. Yorgunluk ve sinir içinde, bir durakta taksi beklemeye başladık. Bu arada devriye gezen bir polis arabasından yardım istedik. Nasıl olduysa bir taksi geçti. Hemen çevirip bir grubu bindirdik yolladık. 10-15 dakika sonra geçen ikinci taksiyle, geri kalanımız da otele varabildik.

Ertesi gün programımız Universal Stüdyoları idi. Transfer aracıyla yaptığımız 20-25 dakikalık yolculukla parka vardık. Kapılar 10.00’da açıldı. Girer girmez etkinlikler başladı. Ortalıkta dolaşan Frankenstein üzerimize yürüdü, Lorel ve Hardy bizlere hoş geldiniz dedi. İlk olarak, yanları açık otobüsle stüdyoyu gezdik. Gezi sırasında, Jaws, King Kong gibi filmlerin sahnelerinin ve deprem, su baskını gibi afetlerin canlandırmaları bizi çok etkiledi. Ağzımız bir karış açık vaziyetti izledik bunları.

Daha sonra diğer bölümleri dolaşmaya başladık. Her biri ayrı şov, ayrı bir dünyaydı sanki. Sea World bölümündeki gösteriyi, savaş, kavga, arbede, silahlar, çatışmalarla adeta gerçekmiş gibi izlettiler. Şovun finalinde uçak bile dahil oldu gösteriye. Bunları anlatmak bile çok zor; seyretmek gerek. O denli detay vardı ki hangi birini anlatacağımı şaşırıyorum. Üç boyutlu filmler, ‘Geleceğe Dönüş, Yıldız Savaşları, insanı uzaya çıkartan uzay kapsülleri, neler neler…

Saat 18.00’e kadar bir kuyruktan diğer bir kuyruğa koştuk. Gördüklerimize inanamıyorduk. Tüm gün gezmemize rağmen, her şeyi görmeye yetişemedik.

FARKLI BİR YILBAŞI

 

O gece yılbaşı olduğu için şık giyinip lobiye indik. Otelde de gözle görülür bir hareketlilik vardı. Balo salonu hazırlanmış, lobide caz orkestrası yerini almıştı. Biz yemeğe çıkarken smokinli adamlar, uzun tuvaletli kadınlar otele gelmeye başlamıştı. Ortam çok şıktı.

Biz, bir yere rezervasyon yapmamıştık; Sunset Bulvarında bir restorana gitmek için taksiye bindik. Ancak bulvara geldiğimizde her yerin kapalı olduğunu gördük; sokaklarda kimseler yoktu. Rezervasyonumuz olmadığı için sokakta kalacağımız düşünmüştük ancak mekanların kapalı olmasından dolayı kalacağımızı hiç aklımıza getirmemiştik.

İstanbul’da mekanların en çok iş yaptığı, en pahalı hizmeti verdiği gün, burada her yer kapalıydı… Çok garibimize gitti. Hiçbir şey yapamasak elimize şampanya şişesini alıp sokaklarda kutlarız diye düşünmüştük. Sonra birden gözlerimize inanamadık! Cuma akşamı yemek yediğimiz restoran açıktı. Hemen daldık. Rezervasyonsuz alırlar mı diye düşünürken buyur ettiler bizi. Yemeklerimizi sipariş ettik, içkilerimiz geldi; kadehlerimizi yeni yıl şerefine yeni seyahatlerin temennisiyle kaldırdık. Bir piyanistin canlı müziği de keyifli yemeğimize eşlik etti.

Saat 23.30’a yaklaşırken otele geri döndük. Orkestra caz müziği çalıyordu. Herkesin elinde kadehle, kâh dans ederek kâh söyleyerek katılıyorlardı. İlk defa hayatımızda “12 olsun da yatalım” dediğimiz bir yılbaşı geçiriyorduk. Günün hatta haftanın yorgunluğu üstümüzdeydi. Saatler gece yarısını gösterdiğinde, birbirimizi kutlayıp, otelin önünde çıktık. Amacımız sokaklardaki kutlamaları görmekti… Ancak LA’in en haraketli caddesi, bu gece inanılmaz sakindi. 15-20 dakika sonra odalarımıza çıktık. Bir yeni yıla daha böyle girmiş olduk.

Yeni yılın ilk gününü Disneyland’a ayırmıştık. Saat 9.30’da otobüslere binip bir saat mesafedeki Disneyland’a gittik.                                                  Burası özellikle çocuklar için çok görkemli ve güzel bir yer. Çizgi film kahramanları, şekerlemeden yapılmış gibi görünen evler, oyuncak görüntüsünde yapılar… Adeta bir çocuk cenneti gibiydi. Daha çok bizleri ilgilendiren bölümleri gezmeyi hedefledik; Uzay Yolu, Indiana Jones, Tarzan, korsan gemileri, yandan çarklı gemiler, korku tüneli, perili ev gibi yerleri gezdik. Zaman zaman bahçelerin birinde dinlenmek için oturup kurabiye yiyip kahve içtik. Zaman zaman aldığımız şekerlemelerle çocuklar gibi eğlendik. Birkaç kez trenle Disneyland Parkını gezdik. Burada da saatin nasıl geçtiğini anlamadık.

Saat 18.00’de geçit töreni başladı. Aklınıza gelebilecek tüm çizgi kahramanlar canlı olarak önümüzden geçiyordu. Pamuk Prenses ve 7 Cüceler, Peter Pan, Mickey, Donald, Pinokyo, Kurşun Askerler… Aklınıza ne gelirse. Bando eşliğinde geçişleri çok hoş bir görüntüydü.

Dönüş yolunda herkesin gözleri kapandı yorgunluktan. Otobüsten indikten sonra son bir hamleyle mağazalara, hediyelik eşya dükkanlarına göz atıp kendimizi odamıza attık.

Ertesi gün dönüş günümüzdü. Kahvaltı sonrası Hollywood Bulvarında sabah gezintisi yaptık. Etrafı seyrettik, insanların dükkanları açışını, işe gidişlerini izledik.

11 gece-12 gün süren Batı Amerika maceramızın son saatlerinde otelin önündeki kafeteryada oturup seyahatimizin özetini yapıyorduk aramızda. Uzun zamandan beri hayal ettiğimiz Amerika’yı nihayet gezip görmüştük. Ancak ne yalan söyleyeyim bana bir numara büyük geldi. Çok büyük. Her şeyi ile büyük geldi. Avrupa bana daha sıcak gibi geliyor her zaman. Kültürüyle, şehirleriyle, insanlarıyla bana daha yakın gibi. Yine de Amerika’yı görmek beni çok mutlu etti. Bye bye Uncle Sam. See you later!!

Bir Tutkudur Seyahat…

Paylaş
Önceki İçerikVALİZİMDEKİ NOTALAR VALS
Sonraki İçerikZÜRİH
1957’de İstanbul’da doğdu. İlkokul yıllarında önce çevreyi tanıyarak gezgin olma yolunda adımlar atarken, ortaokul yıllarında ilk ciddi yurt dışı gezisini gerçekleştirmesiyle seyahat onda bir tutkuya dönüştü. Askerlik sonrası profesyonel hayatına başladığı tekstil sektörü ile beraber yurtdışı gezileri de artmaya başladı. Çıktığı bu gezileri ölümsüzleştirmek adına eline aldığı makinesiyle amatörce çektiği fotoğraflarla birçok sergiye katıldı ve ödüller kazandı. 2000’li yılların başında arkadaşlarının ve yakın çevresinin de teşviki ile Turizm Sektöründe uzun yıllar acentecilik yaptı. Bu yıllarda Türkiye Gezginler Kulübü ile tanıştı ve Genel Sekreterlik görevinde bulundu. Emekli olduktan sonra farklı kurumlarda İdari Yönetici olarak görev aldı. 30 yılı aşkın zamandır “Sinagog İlahileri Korosu Şefliği” yapmakta ve korosuyla birçok kez yurtiçi ve yurtdışı konserlerine ayrıca bazı televizyon ve radyo programlarına katılmaktadır. 2005’ den bu yana gazete ve dergilerde “Gezi ve Yemek Kültürü Yazıları” yayımlanmaya devam etmektedir. 2023 yılı itibarı ile 35 ülke 115 şehir gezip görmüş, fotoğraflamıştır. Evli ve iki kız babası aynı zamanda bir erkek torun sahibidir. Seyahatlerini eşiyle birlikte yapmaktan keyif almakta.

2 YORUM

  1. Ne ğüzeldir seyahat etmek böyle güzel yerleri görmek gezmek gerçekten okudukça sanki gitmiş gezmiş gibi oluyorum sizinle beraber kaleminize sağlık ne de güzel anlatıyorsunuz inşallah bende bir gün buraları görmek isterim ne güzeldir seyahat etmek bir tutkudur seyahat 💃💃💃💃

  2. Kalemine gönlüne sağlık çok güzel özetledin.
    2000 Milenyum yılını Amerika’da geçirmek kimin fikriydi hatırlamıyorum. Ama iyi ki de gitmişiz.
    aklımda kalan kareler. Okyanusa ayaklarımızı soktuğumuz an, Otelde yılbaşı, Disneyland gezisi, Universal stüdyoları unutulmaz anlar. Teşekkürle kaleminle kal… Sayende anılarımız tazelendi……..

Comments are closed.